Kaosun Neresindeyiz?

10 Şubat 2010 Çarşamba

Türkiye’nin büyük bir kaosa sürüklendiğini yazmamın üzerinden yaklaşık 3 yıl geçmiş. O yazımda kaos teorisinin ayaklarından birini, DTP’nin Meclis’te grup kurması oluşturuyordu. Bunları, “Ben demiştim” demek için yazmıyorum. Sadece Türkiye’deki kaosun bugün başlamadığını anlatmaya çalışıyorum. Peki, 3 yıl sonra kaosun neresindeyiz?
Zurnanın zırt dediği yerindeyiz.

Kaos, bir süreçtir. Onu sonlandıracak ise, provokasyon.

Kaos ortamının provokasyona karşı güvenlik önlemi yoktur. Bu ortamının hakim olduğu coğrafyada yaşayanlar ve yaşananlar, provokasyona açıktır.

İşte bunun içindir ki, zurnanın zırt dediği yerdeyiz.

“Darbe”ydi, “yumruk”tu, “balyoz”du, yazılıp çizilenlerin üzerinde durmak gereksiz, bir o kadar da vakit kaybı. Niçin?

Çünkü, hepsi teferruat; çünkü, sistemin kuvvetler ayrılığı mekanizması çalışmıyor. Borazanı olan üflüyor. Adı üstünde kaos. Kör dövüşü.

Yasama ve yürütme askerden, asker de yargıdan korkuyor.

Devlet zaafiyeti, vatandaşın özel mahremiyetini yerle bir etti. Vatandaşın sırrı kalmadı. Vatan’ın da sırrı kalmadı. Devlet kevgire döndü. Devlet’in sırrı, mizahçılara meze, yatak odası da kozmetikçilere vitrin oldu.

Anekdot:

Bir dönem gazetecilerin peşinden ayrılmadığı ünlü bir kadın siyasetçimiz, kıran kırana ve çok uzun süren bir tartışmadan sonra öfkeyle geldiği evinin perdelerini çekmeden, üzerindeki döpiyesini çıkarmaya başlayınca peşindeki kameraman da ödüllük görüntüyü kaydetmişti. Fakat, kameraman daha haber merkezine ulaşmadan görüntünün yayınlanması mahkeme kararı ile yasaklanmış, kasete de el konmuştu.

O günlerde özelin ve mahremiyetin hukuki dokunulmazlığı vardı. Aynı olay şimdi tezahür etse mahkeme kararına rağmen internette en çok tık alan video olurdu.

Devlet sırrı, artık televizyon, gazete, radyo ve internette. Yabancı ülkelerin istihbarat akışı için özel bir çaba sarf etmesine gerek yok. Ama birilerinin Türkiye’deki operasyonel ajan provokatör sayısını artırdığı kesin.

Evet kaos ortamında zurnanın zırt dediği yerdeyiz.

Şimdi… Şu sorulara hep birlikte cevap arayalım:

Allah korusun. Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç’a bir suikast düzenlenir ve suikast, faili meçhul kalırsa kimden bileceğiz?

İstanbul’da Fatih Camii ya da Beyazıt Camii, bir Cuma günü bombalanırsa “Allah Allah” nidaları ile kim kime saldıracak?

Anıtkabir bombalanırsa suçluyu nerde arayacağız, ne yapacağız?

Hazır ortam müsaitken Yunanistan Ege’deki it dalaşında bir F-16 savaş uçağımızı düşürürse, suçluyu içeride mi, dışarıda mı arayacağız?

Özel harekatçılardan biri bebek katilini hücresinde kazara vurursa ne olacak?

Provokatör ajanların fink attığı ülkede Kürt Milletvekilleri’nden biri ya da birkaçı bir saldırı sonucu hayatını kaybederse faili nerde arayacağız?

Emekli ya da muvazzaf komutanlardan biri zehirlenir ya da silahlı saldırıya uğrarsa kimden bileceğiz?

İstanbul’da ya da küçük bir ilçede başlayıp dalga dalga yayılacak olası bir asker-sivil çatışmasında ne yapacağız?

Acımasız ve ölçüsüz senaryolar değil mi?

Evet. Ama, hemen her gün tartıştığımız iddiaların eninde sonunda bizi götüreceği kilometre taşları bunlar. Hepsi de pamuk ipliğine bağlı. Bir provokasyona bakıyor.

Türkiye’de bunların yaşanması mümkün mü?

Elbette mümkün. Bunları kim önleyecek?

Hükümet.

Hükümet ne yapıyor?

Bakın ne yapıyor:

Aynı saatlerde aynı salonda önce İçişleri Bakanı, sonra Başbakan Yardımcısı konuşuyor.

İçişleri Bakanı, yaşananlar için, “Demokrasi derinleşiyor. Türkiye giderek daha açık bir toplum haline geliyor. Ben buna normalleşme diyorum. Türkiye konuşuyor, tartışıyor, normalleşiyor” diyor.

Başbakan Yardımcısı ise, “Türkiye’de demokrasi ve anayasa sorunu var. Mevcut bazı sorunlar da bu etkenler dolayısıyla yaşanıyor” diyor. İçişleri Bakanı, konuşan Türkiye’nin rahatladığını iddia ederken, Başbakan Yardımcısı, mevcut anayasa ve demokrasi anlayışının “ayağımızı” sıktığını söylüyor.

Hangisi doğru?

Hükümetin kafası henüz net değil.

Ya Devlet ne yapıyor?

O da, toplum nezdindeki güvenilirliğini törpülemekle meşgul.

Peki kim kazanıyor?

Sivil, asker, bürokrat, aydın ve nihayet sokaktaki vatandaşı, “Ya Devlet başa, ya kuzgun  leşe” dedirtecek noktaya getirenler.
10 Şubat 2010, 05:17

0 yorum:

 
 
 
 
Copyright © güvence