Tarihçe

Başlarken

Efendim, bu köşede mümkün olduğunca gündemdeki sıcak konuların yakın tarihimizdeki izlerini araştırıp, bilginize sunmayı amaçlıyoruz. İngilizlerin, “flashback”, bizim hocalarımızın, “zaman tüneli” dediği, bugünkü olaylara ışık tutmak bâbından geçmişe dönüşlerle, “canlı tarih” tadında hafızalarımızı tazelemeye çalışacağız. Bu tadı oluşturmak, korumak ve daha da lezzetli hâle getirmek için âzami çaba sarfedeceğimizi bilgilerinize sunmak istedim. Saygılarımla...

* * *
Devlet Eliyle Taammüden Erezyon


Cengiz GÜVEN
Sağcısı, solcusu, faşisti, goşisti, devrimcisi, milliyetçisi, muhafazakarı... Hepsi de “Yeni nesil”den şikayetçi. Sebep?
“Efendim yeni nesil….!” Şikayetin tarifi de yok, kapsamı da... “Sanki bizden değil” diyememenin ezikliği.
Bizim zamanımızda liselerde “kolluk” görevleri vardı. “Temizlik kolu”, “Spor kolu”, “Beslenme kolu” gibi. Bendeniz de sınıfın münazara kolunda görevliydim.

“Eğitimde okul mu etkendir çevre mi?” konulu münazarada biz anti-tezi savunan sınıftık. Kazanıp okul birincisi olduk.

Lise bitti, üniversiteyi kazandık, mezun olduk, iş hayatına atıldık. Üniversitenin eğitimdeki yeri, insana katkısı kesinlikle tartışılmaz. Ama her nedense üniversite okuldan çok çevre etkisi, tadı bırakmıştır bende.

Üniversite yasaları değiştirilmiş olsa da, YÖK kurulup, o çevre tadındaki eğitim anlayışı sekteye uğrasa da belki biz şanslı idik. Sosyal hayatın en hassas noktasına kılıç sallanmış, bünyede derin bir yara açılmış, fakat henüz toplumsal çürüme başlamamıştı.

Bu uzun girizgâhı neden yaptım?

Efendim, "yeni nesilden şikayet" dedik ya, işte o yüzden. Hani daha geçen yıllarda bir komutanımız çıkıp, “Bu ülke hain yetiştirmeye başladı” demişti de şikâyetin boyutunun bu kadar derin olduğunu anlayınca hepimiz şok olmuştuk.

Dünyanın hangi ülkesi kendi hainini yetiştirir?

İşte ben size 35 yıl önce tam da bugün, toplumu bu hale getiren dönüşümün tarihini aktaracağım.

Tarih 1975. Şubat boyunca Türkiye”nin en yüksek mahkemesi, tarihi bir karara imza atmak için müzakere üzerine müzakere yapıyor.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Muhittin Taylan, Başkanvekili Kani Vrana, Üye Kemal Berkem, Üye Halit Zarbun, Üye Ziya Önel, Üye Abdullah Üner, Üye Ahmet Koçak, Üye Muhittin Gürün, Üye Lütfi Ömerbaş, Üye Hasan Gürsel, Üye Ahmet Salih Çebi, Üye Şevket Müftügil, Üye Adil Esmer Nihat, Üye O. Akçakayalıoğlu, Üye Ahmet H. Boyacıoğlu, Ankara Üniversitesi’nin 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu’nun 3. maddesinin (b) bendinin iptali için açtığı davayı karara bağlamaya çalışıyor.

Dönemin “Üniversiteler Kanunu”nun 3 maddesinin (b) bendi aynen şöyle:

"Öğrencilerini, bilim anlayışı kuvvetli, milli tarih şuuruna sahip, vatanına, örf ve adetlerine bağlı, milliyetçi ve sağlam düşünceli aydınlar ve yüksek öğrenime dayanan mesleklerde türlü bilim ve uzmanlık kolları için iyi hazırlanmış bilgi ve tecrübe sahibi, sağlam karakterli vatandaşlar olarak yetiştirmek.”

Ankara Üniversitesi, işte bu maddedeki “örf ve adetlerine bağlı” ibaresinin Anayasa’nın 2. maddesine ve başlangıç bölümünün 4. fıkrasına ve öğretim niteliklerini saptayan 21/4 ve 120/5. maddelerinin hükümleri ile cumhuriyetin niteliklerine aykırı olduğu gerekçesi ile iptalini istedi.

Yüce Mahkeme, 1975 11 Şubat’tından 25 Şubat’ına kadar süren müzakereler sonucu, Ankara Üniversitesi’nin iptal başvurusunu oyçokluğu ile kabul etti.

İptal kararının gerekçesinde öyle ifadeler kullanılıyor ki, bu ifadeler, iki üyenin karşı oy gerekçesinde de eleştiri konusu oluyor. Anayasa Mahkemesi heyetinin çoğunluğunun oyu ile kabul edilen iptal gerekçesinde, Atatürk devrimciliği ile Marksist devrimcilik adeta özdeşleştiriliyor. Olası Marksist bir devrimin de Üniversiteler Kanunu'ndaki “örf ve adetler” ifadesini kabul etmeyeceği, Yüce Mahkeme’nin kararına yansıtılıyor.

Kan davalarını “Örf ve adetler”in kapsamı içine alan ve gericiliğin yegâne nedeni olarak kabul eden iptal gerekçesinde, hemen hepsi yasalaşan Atatürk Devrimleri’nden yola çıkılarak şu ifadelere yer veriliyor:

“Cumhuriyetimiz, milli şuur ve bütünlük içinde, barışa ve insan hak ve özgürlüğüne dayalı memleket kalkınmasını sosyal adalet ve Atatürk Devrimleri ilkeleri doğrultusunda amaçlayan siyasal bir varlıktır. Burada özellikle ‘Atatürk Devrimleri’ deyimi üzerinde durmak gerekir. Devrimin kavramı, sözcüğün açık anlamından da belirleneceği üzere durgunluğun, alışkanlığın, hareketsizliğin tesiridir. Devrimcilikte hiçbir zaman duraklama yoktur. Bilim ve tekniğin gelişmesi ile modern toplum yaşamının koşulları da sürekli olarak değişikliğe uğrar. Kendisini bu değişmeye uyduramayan, yani devrim yapamayan sosyal topluluklar çağın gerisinde kalmaya ve ileri toplumların sömürgesi olmaya mahkumdurlar. İşte Atatürk Devrimlerinde temel amaç, geri kalmışlıktan kurtulmak çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktır. Belirli bir süre geçtikten sonra Atatürk Derimleri’nin amaçlarına ulaştığını ve artık yeni bir atılıma gereksinme duyulmayacağını kabul etmeye olanak yoktur.”

Çoğunluğun altına imza attığı bu gerekçeye üyelerden Halit Zarbun ile Ahmet Salih Çebi muhalefet şerhi koyuyor.

Üye Halit Zarbun, çoğunluğun iptal gerekçesine kıyasla daha bilimsel boyutta kaleme aldığı muhalefet şerhinde Radloff’tan Uygur metinlerine, Spencer’den Westermark’a varıncaya kadar alıntılar yaparak, aslında alınan bu kararla Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'yı çiğnediğini haykırıyor ama dinleyen kim? Zarbun muhalefet şerhinde aynen şunları yazıyor:

“Anayasa ve ilgili kanunların öngörmediği ve Atatürk zamanında yapılmamış, özellikle ondan sonra yapılmış veya yapılacak bir devrimi, Atatürk’e maletmeye ve Atatürk Devrimi saymaya da imkan mevcut değildir. Örneğin, bazı çevrelerin savunduğu gibi, sosyalist veya Marksist bir hareketi, Atatürk devrimlerinin devamı gibi tanıtmak olanaksızdır. Bu nedenlerle çoğunluğun (Anayasa Mahkemesi heyeti çoğunluğu kastediliyor) 'Başlangıç'taki devrim deyimi Atatürk sözcüğünden ayırarak, salt bir anlam ve yoruma tabi tutulması açıkça Anayasa’nın lafzına ve ruhuna aykırıdır.”

Ahmet Salih Çebi ise, İngiltere yasalarının örf ve adetlere bağlı yazıldığının altını çizerek modern ve kalkınmış ülkelerdeki örf ve adetlere ne kadar ehemmiyet verildiğine vurgu yapıyor.

Sonuç: Yasa hükmü ile üniversitelerin örf ve adetlerine bağlı bir gençlik yetiştirme yükümlülüğü ortadan kalkmış oldu.

BİR BAŞVURU DA CHP'DEN

Peki bununla her şey bitti mi? Bitmedi.

Ankara Üniversitesi’nin başvurusu ile artık üniversitelerin örf ve adetlerine bağlı insan yetiştirmeyeceği kayıt altına alınırken sıra aynı yasanın, aynı maddesinin, aynı bendindeki “Üniversiteler milliyetçi vatandaşlar yetiştirir” hükmünün kaldırılmasına geldi. Burada da görev, dönemin CHP yönetimine düştü.

Merhum Ecevit liderliğindeki CHP, Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak, 1750 sayılı Üniversiteler Yasası’nın 3. maddesinin (b) bendindeki hem “Örf ve adetler” ibaresinin hem de “Üniversiteler milliyetçi vatandaşlar yetiştirir” hükmündeki “milliyetçi” kavramının kaldırılmasını istedi.

Gerekçe ise, çok garip:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini saptayan temel ilkeler arasında ‘Türk Milliyetçiliği’ ve ‘Yurttu Sulh Cihanda Sulh’ ilkeleri de yer almıştır. Buna rağmen 1750 sayılı yasanın 3. maddesinin (b) bendinde, üniversitelerimize hiçbir niteleme yapılmaksızın ‘Milliyetçi’ vatandaşlar yetiştirme görevi verilmiştir. Milliyetçilik kavramı, herhangi bir nitelemeye tabi tutulmadığı (için), gayet geniş ve her türlü karışıklığa yol açabilecek bir kavramdır. nasyonal sosyalizm ve faşizm gibi Anayasamızın reddettiği totaliter rejimlerin milliyetçilik anlayışı ile Turancılık gibi Anayasa’nın başlangıç kısmında yer almış olan 'Yurttu sulh cihanda sulh' ilkesi ile çatışacak, milliyetçilik de aynı kelime ile ifade edilebilir. Milliyetçilik teriminin çok çeşitli yoruma müsait olmasından endişe eden Anayasa Koruyucu, bu nedenle 2. maddede ‘Türkiye Cumhuriyeti…' başlangıç kısmının 3. fıkrasında Türk Milliyetçiliğinden söz etmiş ve 54. maddenin 1. fıkrasında kimlere Türk denileceğini ‘Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür’ hükmü ile belirtmiştir…”

Anayasa Mahkemesi, Ankara Üniversitesi’nin başvurusu üzerine “Örf ve adetler” ibaresinin iptaline karar verildiğini hatırlatarak, “Milliyetçilik” kavramının aynı maddeden çıkartılması talebini reddetti.

Bu karara da Başkan Muhittin Taylan, Başkanvekili Kani Vrana, üye Muhittin Gürün, Üye Lütfü Ömerbaş ve Üye Şevket Müftügil muhalefet şerhi koydu.

CHP, sessiz sedasız altı oklu amleminde de bulunan "milliyetçilik" ilkesinin üniversiteler kanunundan çıkartılmasını istemişti. CHP iptal başvurusunun gerekçesinde, “Milliyetçilik” kavramının tek başına tehlikeli olduğunu belirtirken en azından “Türk Milliyetçiliği”  kavramının benimsenmesine sıcak baktığını ifade etmişti.

Şaka gibi değil mi? Tarihin garip cilvesi işte. CHP'nin bu talebi Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilseydi muhtemelen 1991 genel seçimlerinde CHP'nin devamı olan, merhum Erdal İnönü liderliğindeki SHP, kapatılan DEP ile ittifak yapamayacaktı. Türkiye'yi bugünkü gergin atmosfere taşıyan, Leyla Zana'lar, Sırrı Sakıklar, PKK'nın sembolü renklerle TBMM'deki yemin töreninde Kürtçe konuşamayacaklar, dolaysıyla hapse girmeyeceklerdi.

"Neden?" diye sorarsanız,  burada fantazi yapma hakkımı kullanmak isterim.  Şayet Anayasa Mahkemesi, CHP'nin başvurusunu ya da düzeltme talebini kabul etseydi Üniversiteler Yasasına "Türk Milliyetçiliği" kavramını sokan parti olarak tarihe geçecekti ve bugün PKK ile kolkola olan sivil siyasi temsilciler, muhtemelen bu "şovenist !" parti ile ittifak yapmayacaktı.

Şimdi siz fantazi yapma hakkınızı kullanın ve benim fantazimin gerçekleşmiş olabileceği varsayımından yola çıkarak, 2010 konjonktüründe yaşadıklarımızın dört işlem üzerinden sağlamasını yapın.
CHP’nin yakın tarihte nasıl trajikomik bir olaya imza attığını, ya da atmaya çalıştığını gördük. Peki, Ankara Üniversitesi ile Anayasa Mahkemesi’nin altına imza attığı hazin tabloya ne demeli?

Bir Devlet, milleti ancak bu kadar iğdiş edebilir.
12 Şubat 2010, 15:53

NOT:
Bazı yazıların altındaki tarihler, yazının kaleme alındığı tarihi göstermektedir.Bu siteye eklenme tarihi ile farklı oluşu bundan kaynaklanmaktadır.

 
 
 
 
Copyright © güvence