Zafer Hasar İster

27 Şubat 2010 Cumartesi

Tarihin garip bir tecellisi, Ak Parti’ye gelinceye kadar “Milli Görüş” düşüncesi, ne zaman kendisini iktidara yakın hissetmiş, ya da iktidarda görmüş ise, darbelerle, muhtıralarla, Anayasa Mahkemesi kararları ile sarsılmış.

Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi… Hepsinin de önünde, arkasında, ya da yanında Necmettin Erbakan vardı.

Milli Nizam Partisi. Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Ondan sonra kurulan Milli Selamet Partisi, hükümet ortağı oldu. Ancak, 1980’de 12 Eylül Darbesi ile kapatıldı. 12 Eylül’de mahkum edilen liderlerin siyasi yasakları kalkınca Erbakan, Refah Partisi’ni kurdu. O da koalisyon ortağı iken “Post Modern Darbe” ile iktidardan uzaklaştırıldı.

Erbakan’ın talebeleri, bu kez Fazilet Partisi’ni kurdu. O da Anayasa Mahkemesi kararı ile kapatıldı. Saadet Partisi kurulurken iç hesaplaşmaya giren “Milli Görüşçüler” ikiye bölündü. Bu bölünmeden doğan Ak Parti, tek başına iktidara geldi.

Ak Parti, iktidara gelirken “Milli Görüş Gömleğini" değiştirdi. Ancak, “Milli Görüş”ün doğumu sırasında 26 Ocak 1970’de kaptığı ve ruhuna, genetiğine işleyen virüsten bir türlü kurtulamadı. O virüsün adı, “Siyasi Paranoya” idi.

İsterseniz şimdi bugünkü gergin ortamın nedenlerini araştıralım.

Ak Parti iktidarının ilk günleri ve Başbakan Abdullah Gül.

O günlerde Türkiye’ye 1 milyar dolar sıcak para girişi tesbit edilmiştir. Nakit parayı Türkiye’ye kimin, nasıl soktuğu bilinmemektedir.

Ak Parti yönetimindeki bazı isimlerde büyük bir panik vardır. Yanıtını aradıkları, “Bu parayı kim soktu, niçin soktu? Acaba darbe mi yapılacak? Bu para darbede mi kullanılacak?” sorusuydu.

Sonraki yıllarda Türkiye’ye giren sıcak para miktarı 140 milyar doları buldu. Ancak, darbe olmadı. Tabi bu ilerleyen tarihlerde darbe olmayacağı anlamına gelmiyordu.

Tarih 23 Ağustos 2005… Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır açılımı ile adeta kaynıyor. Sert tartışmalar arasında Milli Güvenlik Kurulu toplanıyor. 30 Ağustos 2005’de emekli olacak bazı kuvvet komutanları son kez katılıyor toplantıya.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun sivil üyelerini biliyorsunuz. O tarihte Genelkurmay Başkanı şimdi emekli olan Orgeneral Hilmi Özkök. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri.

Birkaç gün sonra emekliye ayrılacak olan kuvvet komutanları için veda niteliğindeki bu MGK, son derece sert tartışmalarla geçiyor ve toplantıdaki gerilim sonuç bildirgesine de yansıyor. Ama ne yansıma.

Ak Parti hükümetini hedef alan o MGK bildirisinin tam metni aşağıda:

1- Milli Güvenlik Kurulu; 23 Ağustos 2005 günü olağan toplantısını yapmıştır.

2- Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesindeki temel düşünceye uygun olarak Anayasa’da Cumhuriyet’in nitelikleri belirtilmiş; ulusun bağımsızlığını ve tümlüğünü, ülkenin bölünmezliğini; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyeti korumak; dil, din, etnik köken, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin kişilerin ve toplumun gönenç, huzur ve mutluluğunu sağlamak, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.

Cumhuriyet hükümetlerinin öncelikli hedefi, Anayasa’da öngörülen görevleri yerine getirerek bu amaca ulaşmaktır. Ulusun bağımsızlığı ve tümlüğü ile ülkenin bölünmezliğinin korunarak, bu hedefe ulaşılacağı da kuşkusuzdur.

Milli Güvenlik Kurulu’nun bugünkü toplantısında, bu amacın sağlanmasında engel oluşturan ve yurttaşlarımızın güvenliğine, yaşama hakkına, esenliğine ve gönencine kasteden terör ile etkin savaşım kararlılığı yinelenmiştir.

Bu bağlamda;

A. İller ve bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarının giderilmesi için ekonomik, kültürel ve sosyal geliştirme çabalarının arttırılmasının,

B. Anayasa ve yasa kuralları çerçevesinde kurumlararası ve uluslararası işbirliği olanakları sonuna kadar kullanılarak, terörle savaşımın etkinlikle sürdürülmesinin önemi vurgulanmış,

3- Ayrıca güvenliğimizi ilgilendiren dış siyasi gelişmelerle, komşu ülkelerde yapılan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının bölgemize ve Türkiye’ye etkileri değerlendirilmiştir.

O günlerde fırtınalar yaratan bu bildiri çok tartışıldı. Süleyman Demirel bildiriyi, “28 Şubat bildirisinin nazik hali” sözleriyle değerlendirdi. Ancak, Demirel, kavgada iltimas olmayacağını nezakete yer bulunmadığını aklının ucundan geçirmedi.

Bugün eski kuvvet komutanlarının 3 gün nezarette yatmalarına kadar varan kavganın fitili işte o bildiri ile ateşlendi.

Köşe yazarlarımız bugünlerde yaşanan olayların bir hesaplaşma olup olmadığını, ya da bir paranoyadan kaynaklanıp kaynaklanmadığını tartışıyor ya, istedik ki, hafızalarımızı tazeleyip, olayları tarih süzgecinden geçirerek ele alalım.

“Hadi canım sen de. Bugün yaşananları, 23 Ağustos 2005 MGK bildirisine bağlamak da neyin nesi?” diyebilirsiniz. Ben de size “Yerden göğe kadar haklısınız” derim. Ama 23 Ağustos 2005 bildirisinin de bugünkü kavgada tuzu olduğunu unutmayın.

Biz bu köşede tez-antitez geliştirmiyoruz. Sadece tarihten kesitleri anımsatıyoruz.

Balyoz Darbe Planı'ndan gözaltına alınan emekli kuvvet komutanları, Çankaya Köşkü’nde 25 Şubat’ta gerçekleştirilen üçlü zirveden sonra serbest bırakıldılar. 25 Şubat zirvesinde neler olduğu şimdilik bu köşede ele alınacak konular arasında değil. Çünkü henüz tarihi tesbit yapılmadı.

Ancak, o toplantıdan hemen sonra somut bir tarihi tesbit yapıldı. Yani olay, tarih kayıtlarına geçti. 26 Şubat 2010 Cuma günü partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, köşe yazarlarına savaş açtığı konuşmasının satırarasına bir mesaj yerleştirdi. Başbakan dedi ki,

"Kapalı kapılar ardında, millet iradesini çiğnemek için plan yapanlar, bundan sonra karşılarında hukuku bulacaklarını görmelidir. Hukuku, adaleti, demokrasiyi çiğnemek arzusunda olanlar; Türkiye'nin büyümesini, ilerlemesini, kalkınmasını hazmedemeyenler, bundan sonra yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağını görmelidirler."

Siyasi tarihimizde geniş yer tutacağa benzeyen bu kavgalar, adeta kan davasına dönüştü. Bilirsiniz, kan davalı hasımlar birbirlerini gördükleri yerde vururlar. “Vuruşma” tanımına karşı çıkanlar elbette olacaktır. Ama bu siyasi literatürümüze girmiş, yerleşik bir kavram haline gelmiştir.

Yazımızın başında “Milli Görüş” misyonuna sahip politikacılarda “Siyasi Paranoya” virüsü olduğunu ifade etmiştik. Bu virüsün onlara bulaşması son derece normaldi çünkü, ne zaman iktidarın eteklerinden tutacak olsalar, bir engelle karşılaşıyorlardı.

Ak Parti’ye gelinceye kadar hep yarım yamalak iktidar oldular. Ya seçim ittifakları kurup TBMM’ye girdiler, ya koalisyon ortağı olarak hükümetlerde yer aldılar. Ama hiç yılmadılar.

Nihayet Ak Parti ile tarihi fırsatı yakaladılar. Hayallerinde bile göremeyecekleri bir çoğunlukla iktidarı ele geçirdiler. Hem de seçimle, sandıktan çıkarak. Elbette bunun hakkını vermek zorundalar. 26 Ocak 1970’te Milli Nizam Partisi ile başlayan mücadelede Erbakan, tıpkı Demirel gibi ne zaman duvara toslasa şapkasını alıp gitti. Elindeki son iktidar kozunu da 28 Şubat’ta bir bildiriye teslim etti.

Ancak, talabeleri kararlıydı ve bu kez ellerindeki iktidar gücünü, tüm tehditlere rağmen elitlere vermeyeceklerdi. Tabanından güç alan lider kadrosu, bu kez direnmeyi, kavgayı, hesaplaşmayı göze almıştı. Bir bildiri ile bırakıp gitmeyeceklerdi. Tarihi hesaplaşma için zemin ve zaman müsaitti.

Bu kavganın, hesaplaşmanın ipuçlarını, Milli Görüş hareketinin iktidardaki son liderlerine en yakın yazarlardan biri olan Fehmi Koru, 30 Ekim 2003 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’ndeki “Zafer Hasar (mı) İster?” başlıklı yazısında veriyordu.

Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 29 Ekim 2003 Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna eşlerinin türbanlı olması nedeni ile Ak Parti milletvekillmerini tek davet etmişti.

O resepsiyondan bir gün sonra yayınlanan Fehmi Koru’nun yazısı, Ak Parti’nin kavgadan kaçmayacağının ilanı idi. Fehmi Koru, yazısında, “dünyanın hiçbir köşesinde, egemenler, iktidarlarını, çarpışmadan teslim etmeye yanaşmamışlardır. Türkiye'de de süreç elbette sancılı geçecekti, geçiyor da...” demişti.

Bakalım bu kavgadan kim zaferle çıkacak? Zaferle çıkan ne kadar hasar verecek?
27 Şubat 2010, 19:31

0 yorum:

 
 
 
 
Copyright © güvence