CİA Taraf Tutuyor

16 Mayıs 2010 Pazar

Türkiye gibi bir ülkede iktidarlar, kökü dışarıda güç odaklarının da katkısı ile el değiştirebilir mi?


Bu soruya “evet” derseniz ne paranoyaklığınız, ne gladyoculuğunuz, ne de hainliğiniz kalır. Çünkü, bu “hezeyan” hali, o günkü iktidar yandaşlarına göre, ülkesinin bağımsızlığına inanmayanların ruh halini yansıtır.

O zaman kimsenin “deli saçması” diyemiyeceği kanıtlarla konuşmanız gerekir. Biz de öyle yapmaya çalışacağız.

Tarih 1991, yer Bağdat. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Milliyet Gazetesi adına gazeteci kimliği ile de Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’le konuşuyor.

Saddam, “Savaştan önce biz Türkiye’de sizin iktidarda olmanızı çok isterdik” diyor. Ecevit de, “İlk defa iktidarda olmadığıma çok üzüldüm. İktidarda olsaydım Körfez Krizi’nde çok farklı bir tutum izlerdik” cevabını veriyor.

Ecevit, 19 yıl önce bugün, Or-an’daki evinde emektar daktilosunun başında Milliyet Gazetesi’nde yayınlanacak Bağdat izlenimlerini yazıyordu.

Birkaç gün sonra da Milliyet’te yayınlanan yazısında ABD ve İngiltere’nin baskısıyla süren ve Türkiye’nin de BM nezdinde desteklediği Irak’a ambargonun kaldırılmasını istiyor, tabi ABD ve İngiltere’yi, bölgede huzuru bozan, Batı’nın sevimsiz çocukları olarak yansıtıyordu.

Burada bir parantez açalım. O tarihlerde Harp Okulları’nda da içten içe Amerika karşıtlığı, filizleniyordu. 28 Şubat dönemine gelindiğinde Harp Okulları’ndaki Amerikan karşıtlığı, Harp Akademilerinde “Amerikan Düşmanlığı”na dönüşüyordu. Zamanlama itibarıyla yanlış teşhis demeyin. Çünkü, o günlerde Harp Akademileri’nde sivil yazarların hazırladığı, “Bu kitaptaki görüş ve düşünceler Harp Akademilerinin resmi görüşü değildir” ibarelerinin yer aldığı ders kitapları, buram buram Amerikan düşmanlığı kokuyordu. Açık açık , ABD’nin Türkiye’ye karşı “müttefik”ten ziyade düşmanca tavır sergilediği, bazı olayların perde arkasıyla birlikte izah ediliyordu.

Parantezi kapatıp, Ecevit’e dönelim.

Geçmişte zaten ABD’nin haşhaş ambargosunu delmekten sabıkalı olan Solcu Ecevit, İkinci Körfez Savaşı’ndan hemen önce Başbakandı. Amerika Irak’ı bir kez daha vurmaya ve bu kez Saddam’ı devirmeye kararlı idi. O günlerde Beyaz Saray’da baş başa geçen görüşme sırasında Clinton ile çekilen fotoğraflardan bile ciddi analizler çıkartılmaya çalışılıyordu.

İşte tam da o günlerde, yani Ecevit’in başbakanlığı döneminde Yeni Şafak Gazetesi’nde yazan Cengiz Çandar, tarihe geçen bir yazı kaleme aldı.

Tarih: 30 Kasım 2001.

“Eğer, Afganistan'daki Taliban rejimine yönelik olarak başlatılan 'terörü ve terörist barındıran ve üreten rejimler'i hedef alan 'kampanya'nın, içine -her ne pahasına olursa olsun- Irak'ı alarak genişlemesi bir 'Amerikan politikası' halini alırsa; o gün geldiğinde Bülent Ecevit, Türkiye'de Başbakan olarak bırakılmayacaktır.”

Gördüğünüz gibi Cengiz Çandar’ın yazısı, ne bir öngörü, ne bir kehanettir. İkinci, üçünçü şahıslardan duyum da değildir. Adeta Washington’un Cengiz Çandar’ın köşesinden yayınlanan ültimatomudur bu yazı. Ne benim bu kanaatim, ne de Cengiz Çandar’ın yazdıkları, paranoya değildi. Çünkü, Çandar haklı çıktı. ABD Irak’a girmeye karar verdiğinde Ecevit Başbakanlık koltuğunda değildi.

Demek ki, Türkiye’de iktidarlar kökü dışarıda güç odaklarının katkısı ile el değiştirebiliyormuş.

Ecevit’e önyargılı bakan ABD, onun iktidarını devirdi - Ecevit daha sonra tv yayınlarında ve partisinin yayın organı Güvercin’de kendisini iktidardan indirenin ABD olduğunu resmen açıklamıştır - Abdullah Gül’ün başbakanlığında ise 1 Mart Tezkeresi’nin faturası askere çıkartıldı. Okyanus ötesinden birileri, “1 Mart tezkeresinde Türk Ordusu, siyasiler üzerindeki alışılagelen ikna edici gücünü kullanmamıştır” dedi. Çuval olayı ile hem siyasi iktidara, hem Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güçlü bir mesaj verildi.

Şimdi yaşadıklarımız ise, Türk Ordusu içinde çığ gibi büyüyen ABD karşıtlığının faturasıdır.

Son derece kritik bir dönemeçten geçiyoruz. Brüksel’de Genelkurmay Başkanı’nın NATO merkez karargahındaki konuşmasını kaydedenin Türk istihbaratçılar olduğunu söyleyebilen var mı?

Baykal, kaset olayı çok sıcakken yakın çevresine, “Derin Devletin işi bu” diyor. Sonra Fethullah Gülen Cemaati’ni aklıyor. Belki de bunu yaparken anamuhalefet partisi liderlik koltuğu altından kayan bir Baykal’ın avukatlığını yaptığı Ergenekon’a yamanmasından korkuyordu. Nihayet topu hükümetin kucağına atarken ileri teknolojinin kullanıldığını söyleyerek, yabancı istihbarat örgütlerinin de işin içinde olduğunun mesajını veriyor.

Baykal’ın kaset olayı, şimdilik faili meçhuldür. Tıpkı faili meçhul cinayetler gibi bunun da aydınlatılacağını sanmıyorum. Çünkü, CİA, Türkiye’de dünyanın hiçbir köşesinde yapmadığını yapıyor. Parmak izi bırakmadan taraf tutuyor. Dikkat edin. Ergenekon soruşturması başladığı günden buyana sivillerden çok ulaşılması güç olan askerlerin ses ve görüntü kasetleri çıktı piyasaya. Hemen hepsi de yurtdışından internet sitelerine servis edildi.

Konfiçyus der ki, “Ne kadar dönersen dön kıçını göremezsin.” Trajik bir durum yaşıyoruz. Türk Gladyosu’nun koltuğuna oturan CİA, Türkiye’de mumla gladyocu arıyor.
14.05.2010

0 yorum:

 
 
 
 
Copyright © güvence