30 YILDIR KAN AKITIYOR BOĞULMUYOR

2 Temmuz 2010 Cuma

“PKK kendi akıttığı kanda boğulacak” demek, 30 yıldır Türkiye’nin terörle mücadelede bir adım ilerleyemediğinin kanıtıdır. Çünkü bu sözler, 30 yıldır kifayetsiz iktidarların sergilediği acziyet tablosunun kopyasıdır. Yani statikonun, yenilmişliğin ifadesidir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kabullenmese de “Açılım” AKP’yi sona yaklaştıran önemli unsurlardan biri olmuştur. Le Figaro, 23 Haziran 2010 tarihli “Kürt Açılımı Gömüldü” haberinde, “Erdoğan, ‘Kürt Açılımı’na hala inanan ender isimlerden biri” diyor. Sadece Le Figaro mu? Pek çok yabancı gazete, “Açılım sürecinin” çöktüğünü, bu çöküşün de Erdoğan’ı sarstığını yazıyor.
Dilerseniz, 30 yıl önce olduğu gibi şimdi de her kafadan bir sesin çıktığı, beylik sözlerden öteye gitmeyen siyasi yorumları ve o yorumların üzerine mastürbasyon yapan medyatik analizleri bir kenara bırakıp, Türkiye’de terörün gelişimine, tırmanmasına ve neden önlenemediğine göz atalım.

İllegal yapılanmaların hepsinde değişmeyen bir kural vardır. İhanetin bedeli ölümdür. PKK’da da kural değişmez. Ancak, Devlet’e ihanetin bedeli, kimileri için 5 yıldızlı otelden farksız tatildir. Tıpkı İmralı gibi. Adam, örgütünü eskiden göbeğini kaşıyarak Şam’daki evinden yönetiyordu, şimdi İmralı’dan ayak parmaklarını kaşıyarak yönetiyor. İmralı’nın Şam’daki evinden bir tek eksiği vardır. Cinsel özgürlüğü kısıtlanmıştır. İmralı’nın fazlası, sık sık yer değiştirmek zorunda kalmayışıdır. Çünkü İmralı’da can güvenliği var.

Böylesine bir terör örgütünün, bu kadar şeffaf, bu kadar legal, devletin redaksiyonundan geçerek yönetilmesine dünyanın hiçbir yerinde rastlayamazsınız. Eğer bu tablo devam ederse kimse endişe etmesin çok yakında “Devlet legal mi, illegal mi?” tartışması başlar. (Başka bir yazımızın konusu olacak)

O adam İmralı’ya girdiği günden buyana aptalca bir vehme kapıldık. Öcalan’ın avukatları ile yaptığı haftalık olağan görüşmelerde dağdaki ve kentteki PKK unsurlarına talimat verdiğini düşündük. Ama avukatları aracılığı ile talimat aldığını hiç düşünmedik. Birileri çıkıp, “Ergenekon’dan talimat alıyor” diyebilir. Bu iddia bana çok siyasi geliyor ve bendeki soru işaretlerini gidermeye yetmiyor.

Bir ayrıntı kafaları karıştırıyor. Eğer şimdi Öcalan’a talimat veren Ergenekon ise, 1979’da, “Türkiye’de 1980 yazında darbe olacak. İç savaş çıkacak. O gün geldiğinde Doğu ve Güneydoğu’da halk ayaklanacak. Bölgede eğitilmiş silahlı güçlere ihtiyaç olacak. Askeri eğitim alabilecek adamlarını Lübnan’a gönder. Yurtdışına çıkış ve eğitim masraflarını biz karşılarız” diyen kim? Eğer, 1979’da Öcalan’a bu talimatı veren Ergenekon’sa, şimdiki talimatları veren kim? 1979’daki “kaç” talimatı veren, iç savaş ortamında bölgede otonom bir devlet kurmanın peşindeydi. Şayet 1979’daki ile 2010’daki akıl hocası Ergenekon ise, Ergenekon’da ciddi bir eksen kayması var demektir.

Elbette terör, AKP iktidarı ile başlayıp, büyümedi. Ama ortada çarpıcı bir manzara var. Terörü, organize ettiğini, terör örgütü ile işbirliği yaptığını iddia ettiğiniz ve adına “Ergenekon” dediğiniz “Derin Devlet”in içindeki yapılanmanın siyasi, ekonomik, askeri unsurlarını öyle veya böyle hapse attınız. Bu unsurları hapse atarken, birden fazla ülkenin istihbarat örgütü de size yardım etti. Uygun zemini hazırlayıp, “Açılım”ı başlattınız. Ama akıl almaz bir şekilde terör hortladı. Piyasada terör örgütünü organize eden “Ergenekon”cu da yok, “Balyoz”cu da. Maşayı tutan el ortaya çıktı. Şimdi de “Ergenekon” tutuklamalarını yönlendiren yabancı istihbarat kuruluşlarının yardımı ile terör örgütünün üstesinden gelinemeyeceğini söylüyorsunuz. Demek ki, açılımın patenti sizde değil. Patent size ait olsaydı açılım PKK’yı değil, Kürt’leri kapsardı.

Sorunun çözümü, AKP’de, CHP’de, MHP’de ya da diğerlerinde değil, devlet otoritesinde yatıyor. Her ne kadar devlet otoritesinin varlığı tartışılıyor olsa da. Her şeyden önce sorun gerçekten çözülmek istenseydi “Açılım” 30 yıl önce hayata geçirilmeliydi. Ancak, atı alan Üsküdar’ı geçti. Terör örgütü öyle bir yol aldı ki, Türkiye hızla önlenemez bir sona doğru yuvarlanıyor.

Karşımızda, örgütlenmesini tamamlamış; terörist faaliyetlerini sadece kırsal kesimle sınırlı tutmayıp, ülke geneline yaymayı başarmış; biz kabul etmesek bile terör eylemlerini dünya ülkelerinin kabul ettiği “gerilla savaşı”na dönüştürmüş bir güç var. PKK, faaliyetlerini etnik başkaldırının anayasası sayılan sıcak savaş noktasına getirmiştir. Bunun için de Türkiye genelinde ciddi bir potansiyele ulaşmıştır. İşsizlik ve yoksulluğu sonuna kadar kendi lehine çevirmiştir. İç göçü, emellerine uygun bir şekilde yönlendirmeyi başarmıştır. Devlet bölgede mücadeleyi zaman zaman taşeron örgütlere havale etmiş, kendi örgütlenmesini bile yapamamıştır. Devletin kurum ve kuruluşları bölgede örgüt karşısında acze düşmüştür. Bölge halkı devletten uzaklaşmış, örgütün hegemonyası altına girmiştir. Örgütün sayısız işbirlikçisi vardır, ama devletin ihbarcısı bile yoktur. Bütün iş termal kameralara, heronlara ve lütfederse yabancı istihbarat teşkilatlarının vereceği uydu görüntülerine kalmıştır. Sivil halka yönelik devletin karşı propaganda enstrümanları bile kalmamıştır.

PKK ya da onun içerdeki yandaşları çok istese de finansör ülkelerin nihai amacının siyasallaşma olmadığı ortaya çıkmıştır. O yüzden “açılım” başlamadan bitmiştir. Bölgede en son devletin asık suratı da silinmiştir hafızalardan. Adına “geçici” denilen ama bir türlü geçmeyen korucuların aşiret reisleri, “kaymak” tabakayı oluşturmuş, varlıklarının terörün varlığına bağlı olduğunu keşfetmiştir.

Hükümet başkanları iki günlük ikballeri için terör örgütüne, Devlet kesesinden taviz üstüne taviz vermiştir. Bu tavizler ister istemez devleti hesap verme noktasına getirmiştir. Devlet, insan hakları savunucuları karşısında kendisini ayıplı hissetmiştir. AB, tam üyelik yutturmacasında rüşvet olarak PKK’ya dokunulmazlık istemiştir. Avrupalı parlamenterler, bölgede müstemleke valisi gibi gezerken Ankara, sirk cambazı gibi demokratlığın hava parasına takla atıyordu. Mahcup, muğlak, kırılgan bir mücadele ile PKK’nın üstesinden gelmek mümkün değildi elbet.

Devlet, geçmişteki tüm isyanları bastırdı. O isyanlarda devlet vardı. Bugün çok gürbüz görünse de hasta adam, yine döşektedir. Kurtuluş Savaşı’nda destan yazan bu devletin yeni bir destan yazmasından ümit giderek kesilmektedir. Devlet sırtındaki kamburdan kurtulmadığı sürece, 72.5 milyon insan içinde tek kalsam da bu benim ümitsizliğimdir.

PKK’nın daha doğrusu onu kullanan gücün ne yapmak istediği ortada. Onlar kararlı. Kararsız olan Devlet. O karar verirse sorun çözülecek. Eğer niyeti federatif bir devlet olmak değilse önünde 2 seçenek var:

1- Abdullah Öcalan’ın talimat aldığı adamı bulup arkasındaki devleti teşhir etmek. Bu da, “Benden sonrası tufan” diyen hükümetlerin işi değil.

2- Hiçbir etnik grup “demokratik hak” arayışında bayrak açmaz. O bayrak, devlet olmak için açılmıştır ve kan dökmeyi göze almıştır. O zaman “demokratik açılım” acziyettir.25.06.2010

0 yorum:

 
 
 
 
Copyright © güvence